"Oysa
bu acıların yanında mutluluk duymaya da hakkımız yokmuydu?"
Şöyle bir başımı
kaldırdım. O özgürce uçan kuşlara öyle imrendimki! Uçmak dileğini yapmak, özgür
olmak... Ne kadar güzel şeylerdi bunlar...
Bir küçük serçenin kanat çırpınışlarıyla okyanusları aşmış, uzaklara çok uzaklara gitmiştim.
Gönlümde
bir adada olma isteği aşırı ve sabredilmez derecede belirmişti. Bir anda düşündüm
ki, her yerde özlemle aradığım bir şeyler var. Dilediğimce yaşayabileceğim
güzellikte bir yer. Toplumu çepe çevre kuşatan cinayet ve savaşlardan, ahlak
kurallarından, politikadan, ekonomiden, paradan uzaklarda, hemde çok uzaklarda istedimmi
gülüyor, istedimmi ağlayabiliyorum. Öyleki o yerlerde yüze dost görünüp kara
günlerimde arkamdan taş yağdıranlar yok...!
Bir işci
gibi bir memur gibi her ay başı yeni bir zam yolunu gözlediğim falan yok. Bir gün
boyu çalışan insanlarla aynı otobüste bulunduğum o akşam saatlerindeki iğrenç,
melun ter kokusu yerine buram buram özgürlük kokan bir yerdeyim. Burada özgürlükle
kırıştırıyorum diye toplum beni ahlak kurallarıyla kendisinden soyutlayamıyor...
Uzun sözün kısası; Her şey benim. Her şey bende bitiyor. Tıpkı bende başladığı gibi...
Ah ahh,
ne yazıkki bunların birer gerçek olabilme ihtimali sıfır bile değildi. İnsan olarak
bir çok acılara hemde ömür boyu katlanmak zorundaydık. Oysa bu acıların yanında
mutluluk duymaya da hakkımız yokmuydu? Yaşamımızda sevgiye, iyiliğe, aşka yer
açarak mutlu olmak elimizde değilmiydi?
Elbette sonsuz bir özgürlük olmayacağı gibi sonsuz bir mutlulukta olamazdı. Payıma düşen, mutluluğa elimden geldiğince başkalarını da mutlu kılarak kavuşmalıydım. Oysa bu halde mutlu olmam benden çok tesadüflerin elindeydi. Belki de beni dünyanın en mutlu insanı edecek olan olay, şu önümdeki kısacık zaman aralığında gerçekleşecekti. Belki de yıllar sonra, veya hiç bir zaman. Bunlar birer ihtimaldi...